Analitik bilimsel araştırma yöntemlerinin son bir kaç yüzyılda ortaya çıkıp geliştiğini ve bilimin bu yolla gündelik yaşamımızı anlamaya ve gündelik sorunlarımıza bilimsel çözümler üretmeye çalıştığını biliyoruz. Ne var ki, ilk çoşkumuz yatıştıkça analitik bilimsel araştırma yöntemlerinin ürettiği çözümlerin karşılaştığımız ve karşılacağımız sorunlara her zaman deva bulmaya yetmeyebileceğini de görüyoruz.
Binlerce yıldır insanlar dünya üzerinde yaşamlarını sürdürürken içgüdüsel olarak doğanın bütünselliğine göre yaşamlarını düzenlemişler; yörelere, mevsimlere göre yaşamışlar ve bilimsel araştırma yöntemleriyle tam olarak açıklanamasa da kendi geleneksel yöntemleri ile gözle görülür ve tekrarlanabilir sonuçlara ulaşmayı başarmışlar.
Geleceğin bilgisi, özellikle tarımsal üretim alanında geleneksel bilgiyle bilimsel bilginin birlikte ve birbirini güçlendirecek biçimde birlikte çalışmasından ortaya çıkacak. Arıcılıkta da uygun koloni yönetim ve müdahale yöntem ve teknikleri arı kolonisinin yaşam döngüsünün daha iyi anlaşılmasına bağlı olarak gelişecektir.
Doğal yaşamda organizmalar çevrelerinin etkilerine maruz kalırlar ve hayatta kalmaları çevreleriyle kurdukları başarılı karşılıklı ilişkiye bağlıdır. Bu ilişki organizmanın kuşaklar boyunca geçirdiği adaptasyon süreci içinde bir dengeye ulaşır.
Peki ya organizmalar çevrelerini kendi çıkarlarına göre değiştirebilse, hatta organize edebilseler. Denge süreci pasif değil de aktif bir süreç olsa. Bu, çevre-mutasyon-organizma-seçilim-adaptasyon şeklinde özetleyebileceğimiz evrim oyununa akıllıca bir müdahale olmaz mı?
İnsanlar zaten bunu yaptılar ve yapıyorlar. Ama arılar da bunu yapan, yapabilen olağanüstü canlılar; önce bir süper-organizma şeklinde bir araya gelerek ve sonra da bir kovana yerleşerek.
Bal arıları; herbivor, tam metamorfoz geçiren, sosyal bir organizasyon kapsamında koloniler halinde yaşayan ekonomik ve ekolojik öneme sahip böcekler olup nektar, salgı balları, polen, arı sütü ve su gibi insanlar tarafından da tüketilebilen besinlerle beslenmektedirler. Polen ve nektar toplama yani tarlacılık faaliyetleri, ana arı ve işçi arıların genetik yapısı, koloni populasyonunun büyüklüğü ve demografik yapısı ve mevsim, sıcaklık, yağış, flora vb. diğer çevresel faktörlere göre belirlenmektedir.
Bu şekilde organize olmuş ve yerleşmiş koloninin ilk ve en önemli başarısı, tıpkı sıcakkanlı bir canlı gibi en uygun sıcaklıktaki ortamı sağlayacak şekilde ısı düzenlemesi yapabilme olanağı kazanmasıdır.
Isı sadece ortam için değil, gelişim için de yaşamsal önemdedir. Sıcakkanlı olmayan canlıların daha yumurta ve embriyon aşamasında aldıkları ısı sonraki yaşamlarını doğrudan etkiler, hatta sürüngenlerde bu aşamadaki ısı cinsiyeti bile belirler.
Sıcak Arılar, Mutlu Pupalar!..
Bir yıl boyunca kovana taşınan, tüketilen ve depolanan balın önemli bir kısmı sadece ısı üretiminde yakıt olarak kullanılır. Dolu bir bal midesindeki bal 500 J enerji sağlar. Tarlacı arı bal uçuşunda km başına 6.5 J, kaynağın uzaklığına göre değişir, ama ortalama bir bal uçuşunda 10 J enerji harcar. Sonuçta kovana yaktığının 50 katı enerji getirir.
Bir bal sezonunda bir tarlacı kovana 50 kJ enerji getirir. 100.000 bireylik bir koloni yine bir sezonda 3-4 milyon kJ enerji taşır ve harcar. 1 mg bal 12 J kimyasal enerji içerir. Isıtıcı bir arı saniyede 65 mJ, 30 dakikada 120 J enerji harcar. Yeni bir neslin yetişebilmesi için 2 milyon kJ enerjiye gerek vardır. Bu enerji 50 watt’lık bir ampülü sürekli yakmaya yeterdi.
Arılar, tıpkı üşüdüğümüz zaman titreyerek ısınmaya çalışmamız gibi göğüs kaslarını titreterek ısı üretirler. Elbette önce kendilerini, ama daha önemlisi bakıcılığını yaptıkları kuluçkayı ısıtırlar. Isıtıcı arılar vücut sıcaklıklarını 43 0C’ye kadar yükseltebilirler.
Kapalı kuluçka, yani pupa dönemindeki yavrular eğer yeteri kadar ısıtılamazlarsa gelişemezler. Bu gözlerin bulunduğu peteklerde %5’lik bir bölüm bu ısıtıcı arılar için yüksek yoğunluklu ihtiyat balla doldurulur. Bu arılar diğer arılar tarafından sürekli olarak beslenir.
Her bir yavru arının erişkinliğindeki yapısı ve işlevi, taşıdığı genetik özellik kadar bu aşamada aldığı ısıya da bağlıdır. Daha çok ısınmış arılar daha sağlam bünyeye sahip olur. Ayrıca pupa evresinde farklı miktarlarda ısı almış arıların erginliklerinde farklı görevlere daha yatkın olduğu gözlenmiştir.
Bir kez daha kolonideki toplam nüfusun gün yaşı oranını ve sayısını bilmenin önemi ortaya çıkıyor. Koloni bulunduğu yerdeki mevsimsel değişim ve çiçeklenme durumuna göre ihtiyaçlarını karşılayacak bir sayı ve oranı bilir ve korur. Her koloninin kendine has demografik yapısı nedeniyle besin ihtiyaçları ve beslenme düzeyi, yetiştiricilik yapılan ekolojik ve iklim koşullarına göre farklılık göstermektedir.
Koloniyi yakından inceledikçe ve anlamaya başladıkça yaşamındaki her sürecin ne kadar hassas bir dengenin ve uyumun parçası olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bunu anlamadan koloniye sağmal bir inek gibi yaklaşıp, onu sadece bal alacağımız bir kaynak gibi görmemizin bedelini önce koloni, sonra yine biz ödüyoruz.
Balarısı kolonisinin bu özgün yapısını yeteri kadar anlamadan, ona endüstriyel hayvansal üretim uygulamalarındaki diğer canlılar gibi yaklaşmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Endüstriyel tarım uygulamaları önce tüm muhatapları, sonra bizzat bizim için geldiği noktadaki olumsuzluklarla artık sürdürülemez durumdadır.
Arı doğası gereği ne evcilleştirilebilir, ne de ehlileştirilebilir. Çiftlik hayvanı olamaz. Suni bir ‘doğa’da yaşayamaz. Ondan sadece bir miktar da bizim için üretmesini isteyebiliriz. Onu sadece bu kadarını yapacağı şekilde ‘yönetebilir’, ‘güdebiliriz’. O halde buna uygun bütüncül bir arılık ve koloni yönetim modeline ihtiyacımız var.