Usta bir arıcıyı kovanlarına bakarken izlemek bir ayrıcalıktır. Sakin adımlarla arılığa gelir, önce havaya, uçan arılara, sonra çevredeki bitki ve ağaçlara bakınır, daha sonra tek tek tüm kovanları dolaşarak kovana girip çıkan arıları dikkatle izler. Kulağını yaklaştırıp kovanları dinler, olmadı bir kaç tanesinin yan tarafına vurarak değişen sesi bir daha dinler. En sonunda seçtiği bir kaç kovanın kapağını hafifçe aralayıp, şöyle bir bakar. Şimdi isterseniz sorun, size hemen tüm kovanlardaki durumu büyük bir ustalıkla özetler. Bütün bu süreçteki en önemli şey ise sakinlik ve huzurdur. Ustalık sadelik ve basitliktedir.
Uzun bir süre arılar bilim insanları için sağır varlıklardı. Görünüşe göre bu tanımı yapmak için kendi işitme duyumuzu örnek alıyorduk. Artık, arıların bizim algımızın ötesine geçen bir ses dünyasında yaşadıklarını farkına varıyoruz. Tıpkı bizim için görünmez olan ultraviyole ışığı gördükleri gibi, çıkardıkları seslerin çoğu da de bizim için duyulmaz bir aralıkta.
Arılar, işbölümüne dayalı yaşayan sosyal böcekler olduklarından aralarında işbirliği kurmaları gerekir. İşbirliği ise iletişim gerektirir, ancak bir kolonideki arıların yaşamının çoğu karanlık bir kovanda gerçekleşir. Kovan dışında yön bulma ile polen ve nektar toplamada için önemli olan görme duyusu, içerinin karanlığında işe yaramaz. Uzun zamandır kovan içindeki iletişimin sadece kimyasal sinyallere dayandığı düşünülüyordu. Feromonlar iletişimde yaşamsal bir rol oynarlar ve bizim bu karmaşık “koku” dilini kavrayışımız giderek artıyor. Ancak son bilimsel araştırmalar, feromonlara ek olarak, iletişimde kullanılan birçok ses sinyali tanımlandı ve karanlıktaki bu sinyallerin anlamını çözmeye başladık.
Yüzyıllar boyunca, arıların nektar ve polen kaynaklarını diğer arılara aktarmak için nasıl olduğu bilinmese de bir şekilde iletişim kurduğu az çok tahmin ediliyordu. 1940’lara kadar süren bu gizem, sonunda Karl von Frisch’in 2. Dünya Savaşı sonrası harabe halindeki Münih’in yıkıntıları arasında takip ettiği “tarlacı” arıların bu bilgiyi diğerlerine aktardıkları “dans”larının dilini “tercüme” etmesiyle çözüldü. Sonraki on yıllar boyunca bilim insanları arıların sadece bu sessiz işaret diliyle iletişim kurduğunu düşündü.
1960’larda, iki araştırmacı, Adrian Wenner ve Harald Esch, birbirlerinden bağımsız olarak, bu “dans”çı “tarlacı”ların dans ederken düşük frekanslı sesler de çıkardıklarını keşfettiler. Arıların, iletişim kurmak için sesi kullandıkları iddiası, arıların duyamayacağı yaygın inancıyla sağırlaşmış kulaklarımıza inanılmaz geldi.
Ses iletilmek, aktarılmak için bir ortama gereksinim duyan bir titreşimdir. Bu ortam çoğunlukla ve alıştığımız üzere hava, ama balıklar ve deniz memelileri için su ve arılar için de mum, yani petektir. Titreşim, ortamdaki atomları ve molekülleri titreştirir, onlar da yanlarındaki atom ve molekülleri ve böylece aktarılarak ilerleyen ses/titreşim dalgaları oluşturmasına neden olur. İnsanlar, oluşan salınımları kulaklarındaki basınç almaçlarıyla tespit ederek duyarlar. Arılar ise titreşimi hava partiküllerinin hareketlerini algılayarak tespit ederler. Gezici ses dalgalarının her iki bileşene de sahip olması nedeniyle, ses algılamasında da kullanılabilir.
Arıların “Huzur” Frekansı!..
Ses dalgaları, saniye başına titreşim sayıları ve salınımın büyüklüğü ile ölçülür. Ses dalgalarının frekansı perde olarak duyulur; daha yüksek bir dalga frekansı daha yüksek bir perde oluşturur. Müzik notaları, bu dalgaların belirli frekanslarına karşılık gelir. Bal arıları, saniyede 10 ile 1000 Hz’ye aralığında titreşim ve ses frekansı üretir. Şimdiye kadar 500 Hz’ye kadar ses frekanslarını tespit edebildikleri gösterilmiştir. İletişim için bu aralığın ne kadarının kullanıldığı bilinmiyor. Arıların kullanmadıkları ve hatta algılamadıkları titreşimler ve sesler ürettiği de düşünülmektedir, ancak bazı araştırmacılar, arıların onları kullanıp kullanmamalarından bağımsız olarak, bu seslerin koloniler hakkında değerli bilgiler sağlayabileceğini düşünmektedir.
En bilinen arı sesi, kanat hareketinden gelen vızıltıdır; arı büyüdükçe, kanat atışı yavaşlar ve ortaya çıkan vızıltının perdesi düşer ya da tersi, arı küçüldükçe hız artar ve vızıltı tizleşir. Bal arısı kanadının çırpma hızı dakikada 11.400 kezdir, ancak arıcılar sesin o andaki duruma, koloniye, ırka ve hatta alt türlere göre değiştiğini çok iyi bilirler; kanat çırpma sıklığı ortalama 190 Hz ile 250 Hz arasında değişmektedir. Howard Kerr, Afrika arıları kanat çırpma sıklığının, Avrupa arılarından yaklaşık 50 Hz daha yüksek olduğunu buldu. Onlar daha küçüktür.
Böcek kanatlarının çırpması, havada türbülans yaratır. Araştırmacı Jurgen Tautz’a göre; tıpkı bir fan gibi çalışan kanatların oluşturduğu bu türbülans, bir uçağın ya da bir geminin arkasındaki girdaplarda görüldüğü gibi, feromonların kimyasal sinyallerini yakalayıp aktarmaya da yarar.
Deneyimli ve usta arıcılar arılarla çalıştıkça seslerini duymaya, dillerini anlamaya başlarlar: hangi kovan telaşlı, hangi kovan öfkeli, hangisi aç, hangisi sakin. Her kovanın bir kişiliği vardır. Sonunda seslerini dinlediğiniz kovanların durumlarını onları açmanıza gerek kalmadan anlamaya başlarsınız.
Arıcı ellerini sessizce yaklaştırır, kovanın kapağını dikkatlice kaldırır, kovandan ani ve yüksek perdeden bir vızıltı yükselir ve sonra eğer her şey yolundaysa, ses söner ve arılar yumuşak bir mırıltı çıkarırlar. Yolunda değilse, kovandaki gerilimi hemen hissedersiniz. Örneğin anasını yitirmiş bir koloniye günlük yumurta ve genç larvaların olduğu bir peteği yerleştirmek neredeyse anında öfkeli ve endişeli havayı yatıştırır. Anasız bir koloniden çıkan sesin desibel seviyesi 65’in üstünde olabilir.
Davetsiz misafirlere cevap olarak, muhafız arılar ileriye doğru atılır ve kısa ve tiz bir ses patlaması çıkarırlar, bu uyarı sesi tehlike ciddi ise kovandaki tüm arılara yayılır, kovandan yaklaşık 500 Hz’de güçlü ve tiz bir ses yükselir. Tehlike geçince ses yatışır ve kovandaki işçilerden hafif bir bip sesi çıkar. Wenner, bu farklı sesleri kaydetti; sonra bu sesleri bir başka kovandaki arılara dinlettiğinde farklı seslerin benzer tepkileri tetiklediğini gözlemledi.
Arıların yaydığı titreşimlerin çoğunu algılamıyoruz, sadece bazılarını duyabiliyoruz. Eddie Woods, 60 yıl kadar önce, arıların çıkardığı vızıltıyı ölçmüş ve 190Hz ile 250Hz arasında olduğunu ve oğula çıkma öncesinde ise 300Hz’e yükseldiğini keşfetmiştir. Bu durumda arıların huzurlu çalışma frekansı 250Hz diyebiliriz.
Arıları rahat bırakalım, huzur içinde çalışsınlar!..